6 Temmuz 2011 Çarşamba

İSTANBUL-II : Bir delilik yapmak...

Bilmiyorum ki neresinden başlayayım yazımın. Hani insanlar yaşadığı sürece çok şey yapmak isterde durum ve şartlar buna engel olur. Her şey monoton bir hal alır, tıpkı her sabah aynada aynı çehreye bakmak gibi. Bende de yapmak istediğim birçok şey bu şekilde vuku bulmadı. Baktım olmuyor, hep bir şeyler mani oluyor isteklerime karşı, kendi kendime dedim ki: Şöyle iki üç yıllık yapmak istediklerimi sıralayan bir liste yapayım. İşe hemen koyuldum: Bir, iki, üç,…
Tüm isteklerim için listemi tek tek sıraladım. En nihayetinde ilk sıradaki isteğime baktım: Bir delilik yapmak…


Peki, ne olabilirdi ki bu bir delilik? Derken uzun zamandır İstanbul’a gitmek istediğim aklıma geldi. Hiçbir şey düşünmeden, neyle karşılaşacağımı bilmeden, bir İstanbul bileti aldım. Nerede ineceğim, nereye gideceğim, nerede kalacağım, orada ne yapacağım?… Bu soruları çoğaltmak mümkün.  Anlayacağınız benimkisi tam anlamıyla bir delilik. Aslında adımlarımı sağlam atan biriyimdir. Niye böyle bir karar aldığımı şöyle bir geçmişi anımsayarak anlatayım:
İstanbul çok iyi bildiğim, bir o kadar da hiç bilmediğim bir şehir. Herkes gibi çocukluğumdan beri İstanbul’a karşı hep bir muhabbet besledim. Hep bu şehrin özlemiyle yandım, tutuştum. İlkokul, ortaokul, lise derken ben hâlâ İstanbul’u televizyonlardan izliyor, gazete, dergi ve kitaplardan okuyordum. Bu nedenle İstanbul’daki her yerin adını bilirim fakat neresi olduğunu bilmezdim. Bundandır çok şey bilmem, bundandır hiçbir şey bilmemem. Varlığını dahi bilmediğim bir yara olarak hep içimde kalmıştı.
İstanbul’a ilk gidişim bir grup arkadaşla gezme niyetiyle oldu. Fakat sadece okuldan fırsat bulduğumuz bir günümüz vardı. İçinde yaşayanların dahi birçok yerini gezmemiş koskoca bir şehri biz bir güne ne kadar sığdırabilirdik ki. Anlayacağınız o kadar da verimli bir gezi olmamıştı. Ama olsun o ilk gidişin verdiği heyecan bu gezimi o kadar değerli kıldı ki buna değerdi. İkinci ve üçüncü gidişim iki haftalık bir seminer için uçakla havalimanına inmemle başladı. Bu kez farklıydı çünkü tek başınaydım ve ne yapmam gerektiğini tam olarak bilmiyordum. Elimde sadece bir adres, bir şekilde sora sora buldum. Fakat bu kez de hiç bir şey anlamamıştım, seminer dolayısıyla hâlâ içimdeki İstanbul ateşini söndürememiştim. Yani merakımı giderebilmiş değildim. Şafak geceden kalan tortuları hâlâ silebilmiş değildi. Hep bir fırsat bulup gitmek istiyordum ama bir türlü olmuyordu, yaram gittikçe derin bir hâl alıyordu.
Bir gün bir telefon geldi. Öylesine yapmış olduğum bir memuriyet tercihi beni hayatımla ilgili iki tercihten birini yapmam için zorunlu kılmıştı. İşte o zaman içimdeki özlem bir anda korkuya tebdil etti. Şimdi ne yapacaktım, bir hafta sonrasında da öğretmenlik atamam yüksek ihtimalle çıkacaktı. Bir yanda yıllarca özlemini çektiğim şehir, diğer yanda yıllarca yapmak istediğim bir meslek. Allah’ım ne zor bir karar! Benim için ıstırap içinde, hesap kitap ve gelecek endişesiyle geçen iki hafta. En nihayetinde mesleğim ağır bastı ve başka zaman başka fırsatların çıkması ümidiyle gitmedim İstanbul’a. İşte böyle bir ümidin getireceği haberi, arzın arşla kucaklaştığı o yakın ama bir o kadar da uzak kesişme mahalline hep özlemle buğulu bakışlar atarak bekledim.
Beklentilerimi ele vermeyen içimdeki bu esrar perdesini bir fırsat, bir sebep, bir neden aralasın diyordum ve bir asker arkadaşım içimde yıllarca büyüttüğüm bu özlem ve hasretle deşilmiş yarama merhem oldu.
Bana göre iyi ki yaptım demeyi umduğum bir gezi için koyuldum yollara. Bu seyahatimdeki izlenimlerimi sizlerle samimi bir şekilde sonraki yazılarımda paylaşmak isterim. Vesselam… 

2 yorum:

  1. Eline, emeğine sağlık. Sıcacık, ne uzun ne kısa, ayarında bir yazı olmuş. Gerisini de paylaş vesselam...

    YanıtlaSil
  2. Eyvallah Üstad, yakın zamanda İnşallah...

    YanıtlaSil

Yorumunuz için teşekkürler...