30 Ekim 2011 Pazar

AH! BU BEN...

Bir zemheri mevsiminde bin bir zorlukla açmışım gözlerimi dünyaya. Doğduğum mevsimin sert yapısı simama yansımış sanki. İlk defa gören birisi genelde çekinir yaklaşmaktan ve konuşmaktan. Görünüşüm esrarengizdir fakat sözlerim buna zıt. Kinayeli konuşmayı ve iğnelemeyi severim. Eleştiririm. Öğrenmeyi, öğretmeyi ve yol göstermeyi severim. Planlı, programlı yani sistematik çalışırım. Aşırı dikkatli değilimdir. Motivasyona ihtiyacım yoktur, şartlar gerektirdiğinde bunu kendim halledebilirim. Ağır işleri sevmem.
Bilgi ve kültüre önem veririm. Spor yapmayı ve seyahat etmeyi severim. Sporuma karışılmamasını isterim. Edebiyat ve sanata karşı özel ilgim var. Estetiğe ve dekorasyona önem veririm. Duygulu, hisli slov müzikleri dinlemekten hoşlanırım. Temizlik, tertip, düzen benim için önemlidir. Yemek yapmayı, yemeyi severim. Yemeği genelde ağır ağır, tadını çıkararak yerim. En çok yapmaktan hoşlandığım şeyler, ikindi vakti gün kızıllığa çalarken ılık ılık esen rüzgâra karşı evimin balkonunda çayımı yudumlayıp kitabımı okumak ya da efil efil esen saba yeli,  altında uzandığım ağacın yapraklarını hışırdatırken gözlerimi kapatıp hayallerime dalmaktır. Anlayacağınız rahatıma ve özgürlüğüme düşkünüm.
Duyarlı ve derin hislerim vardır. Değişkenimdir. Somuttan ziyade soyut şeylere, değerlere önem veririm. Fakat bazen iç güzellikten çok fiziksel güzelliğe önem verdiğim anlar olabiliyor. Dürüstümdür, yalancılık ve yapmacık tavırlardan hoşlanmam. Bunları yapmak istesem yapamam hemen yüzüm kızarır, fark edilirim. Anlayışlı olduğumu düşünüyorum. Hayal kurmayı seviyorum. Adil davranmaya, güvenilir olmaya çalışırım. Çok inatçı değilimdir, hayallerimin peşinden gidebiliyorum bazen. Kesin olmayan, belirsiz işler karşısında çılgına dönerim, sıfıra bölmeden çıkan belirsizlik gibi. Kin tutamam, intikamcı değilimdir. Hataları affedebilirim, maalesef. Hatalarımdan ders çıkarmaya çalışırım lakin hatalarımın yüzüme söylenmesini istemem. Hatamı kendim görmek ve kabullenmek isterim. Boş veremem, takarım kafama. Aydınlığı severim, öyle ki geceleri tüm ışıkları açıp yeryüzünün aydınlık olmasını isterim.
Arkadaşlarıma ve arkadaşlığa önem veririm. İnsanların zayıf yönlerini ve zaaflarını görmezlikten gelirim, ortaya çıkarmam. Çünkü kendim içinde böyle olmasını isterim, doğru veya yanlış. Nezakete önem veririm. Sürprizleri severim. Hislerimi kendime saklayamam. Açık sözlü olmak isterim her daim. Art niyet taşıyanları sevemem.
Sorumluluk alabilirim. Toplumun karşısına çıkmaktan çekinmem, bundan zevk duyarım. Kendime güvenim vardır.(Yeri gelmişken tiyatro ilgi alanlarımdandır.) Başkalarının hakkımda ne düşündükleriyle çok fazla ilgilenmem, işime bakarım. Karşılaştığım olumsuz, rezil bir durum karşısında ben böyle bir durumda seyirci olsam ne yapardım ne düşünürdüm düşüncesine girerim. Bunun yanı sıra çevremden çabuk etkilenirim. Alınganlığım vardır. Çabuk kırılır, çabuk toparlanırım. Kolay sinirlenir, kolay sakinleşirim. Saman alevi gibi parlar, sönerim. Maalesef bu huyumu hiç sevmiyorum. Duygularım ve mantığım at başı gider, bir iş karşısında. İradem kısmen güçlüdür. Sabırlıyımdır ama çok azimli değilimdir, eğer ki sabır ve azim aynı şey değilse.
Şakalaşmayı severim. Sosyal yönüm ağır basar. Fakat genelde kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşarım, yapım gereği. İlk defa karşılaştığım birine kolay ısınamam. İlk hareketi ondan beklerim. Bu konuda girişken değilimdir, istisnalar dışında. Resmiyeti sevmem, her olay karşısında samimi davranmaya çalışırım. Korkum, cesaretsizliğimden değil, çevremdeki insanları kırmak istemeyişimdendir.
İlişkilerimde seçici davranırım. Kriterlerim vardır. Romantiğimdir ama aşkımı ifade etmekte zorlanırım. İnsanları nasıl mutlu edeceğimi bazen bilemiyorum. Sevildiğimi hissetmek, aidiyet ve sahiplik duygusu yaşamak isterim. Kolay kıskanır mıyım bilemiyorum? Herhalde evcil ve sadık bir eş olurum fakat çok uzun süre evde de oturamam. Çocuklar karşısında yelkenleri suya indiririm. Küçük çocuklarla ilgilenmeyi severim.
Maneviyata önem veren birisiyimdir. Din,  benim vazgeçilmezlerimdendir. İbadetlerime karışılmasını istemem. İbadetlerimi tek başıma yapmayı severim ve bundan daha fazla huzur ve zevk duyarım.
Uzun süre muhafazakâr olan düşüncelerimin, yavaş yavaş değişimlere açık şekilde, son yıllarda değiştiğinin farkına vardım. Giyim, kuşamlarda abartıya kaçmayı, dikkatleri üzerimde toplamayı sevmiyorum. Ama güneş gözlüğü takmak favorilerimdendir.  Geleneksel yapımı moderniteyle harmanlaştırmaya çalışıyorum.
“Kim ki nefsini(kendini) bildi, Rabbini bildi.” düsturunca kendimi kendi prizmamdan, düşüncelerimden tanımaya ve tanıtmaya çalıştım kısaca. İyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla ben buyum işte. AH! BU BEN… Vesselam… 

26 Ekim 2011 Çarşamba

NE Mİ?

BİR ZEMHERİ SOĞUĞUNDA AÇTIM GÖZLERİMİ,
EĞRETİ BİR SEVDA DÜŞLEDİM,
KARLARLA KAPLI HİSLERİMLE,
CEMRELER DÜŞSE TOPRAĞA,
SUYA VE HAVAYA,
KALBİM AŞK KESİĞİ KÜTÜK,
FİLİZLENMEZ Kİ NE Mİ?

ZİYAN OLUYOR MEVSİMLER VE SAAT
AŞK YOKSUNU YÜREĞİM
KENDİ DEHLİZİNDE KAYBOLUYOR
İNCECİK, GÖNÜL  SIRATINDA
SÜRÜNÜYORUM, SENSİZLİĞE
AH!  BU BEN, NE Mİ?

BİR SES, KIRIK MIZRABIMDAN
DÜĞÜMLENİP KALIYOR BOĞAZIMDA
ÖYLECE KALIYOR ORADA
VE SONRA GÖZYAŞIMA BÜRÜNÜP
AKIYOR HAYAL UMMANLARIMA
SESLENSEM! NE Mİ?

ANLATAMAM Kİ, FİKRİME HAYRET!
KELİMELER DAHİ ACİZ
NOKTA KADAR BOYUTSUZ VE SINIRSIZ
DAYANILMASI ZOR, NE Mİ?
ÇÜNKÜ NE GÜZEL, Mİ ACI
NE SEN, Mİ DE BEN.

24 Ekim 2011 Pazartesi

ARKA KAPAK:Benim Hatam!

Bir gün adına bir kitap yazdığımda arka kapağında, ey geçmişim, şunlar yazsın istiyorum:
“Bıktım artık, ikiyüzlü davranmaktan. Sanki kendimi kandırıyorum. Her gece yatağıma yattığımda, gündüzün o velveleli şaşaasından soyutlandığım vakit, bitti diyerek daldığım uykumda bir türlü rahat bırakmıyor beni geçmişim. O kadar yorgun ki zihnim ve yüreğim ne mümkün,  izin vermiyor unutmaya.
Bir halüsinasyon pazarlığında düşüncelerim, hayal ile gerçek arasında. Ruhum bir kenara oturmuş izliyor, bedenin geçmişle gelecek arasındaki anlaşmasını. Yargılandığımın farkındayım, sanki mizan önüne çıkmış hesabımı veriyorum ve hüküm, çile, serzeniş ama…
Belli belirsiz daldığım uykumdan, hep saplantılı uyanıyorum sabahlara. Tehditkâr gün ışığının yüzüme vuruşu, bana tekrar karşıma çıkacak diye sözde muştuluyor hatamı. Aydınlıklar içinde karanlıklar ıstırabı çektiriyor. Çaresiz inanamasam da inanmış gibi yapıyorum bazen unuttuğumu zannettiğime. Geçmişimin bu ağır ve koyu izi, çığlık atıyor kafatası boşluğumda. Oradan oraya yankılanıyor durmadan. Usandım, bıktım artık her güne bu şekilde uyanmaktan. Erimeye, bitmeye, tükenmeye başladım ayaklarımdan. Ümitvârım, mazimdeki acımtırak hatıraların silineceğinden.
Zamanı durdurmak, her şeyi başa sarmak istiyorum, fakat nafile. Belli belirsiz her yerde karşıma çıkıyor. “ Niye yaptım?” demekten artık dilim, dudağım yoruldu.
Sessiz, tenha, boş mekânlarda döküyorum gözyaşlarımı, sonrası ise hep gülücük maskesi. Göstermeye utandığım hislerimi maskeleştirip veriyorum dünyama.
Geçmişimin hatası şekillendiriyor, bedenimi. Gözlerim altında mor halkalar, etrafında çizgiler ve alnımda derin kırışıklıklar… Canım öyle yanıyor ki daha şimdiden yaşamaya başladım, cehennemin korkunç çaresizliğini. Hak etmiyorum bunca ıstırabı ve ve… Elimde değil ne yapayım, mazim âtimi etkiliyor.
Ey rüzgâr, al götür tüm yaşanmışlıkları. Ey boz bulanık sel, sen de al götür eskiyi, yeniyi, her ne varsa her şeyi.
Ey geleceğim, ihanetimi affeyle!
Suçu başkalarına yıkmadan, mazeret aramaya kalkmadan “Hata yaptım, bu benim hatam!” diyorum ve iki büklüm, diz çökmüş, başım eğik, bembeyaz bir yaprak ümit ediyorum.”  

9 Ekim 2011 Pazar

PLATONİK VAV

Ey yakından ama uzak baktığım Sevgilim,
Seni gördüğüm ilk günden beridir, bir başka uyanıyorum sabaha. Kalbim her gün Seni tekrar görecek diye kozasından yeni çıkmış kelebekler gibi çırpınmaya başlıyor. Adım adım ilerlerken Senle aynı havayı soluduğum mekana, bu bile bana fazlasıyla yetiyor be Gülüm. Varıyorum, Sen gelmişsin, Sen ordasın. O kadar kalabalığın arasında sadece Seni görüyor gözlerim, gerisi zaten hep anlamsız geliyor fakat Sen bunun farkında değilsin. Hep kapıyı gözetliyorum Sen geleceksin diye. Ne fark eder ki okula, sınıfa, büroya… Anlayacağın her neresi olursa oraya, benim için önemli olan Sensin. Seni görünce muzipçe sırıtıyor dudaklarım, ayrı bir hâl alıyor yüzüm. Yüzüme bakınca allar giymiş gelinlik kız gibi oluyor, suratım.
Ey göz göze gelmeden, doyamadığım yüzüne bakmadan, başımı çevirip Seni görmeden orada olduğunun farkında olduğum Sevgilim,
Sana o kadar yakınım ki ellerimi uzatsam, ellerini tutarım. Sana o kadar uzağım ki Seni ne kadar çok sevdiğimi söylesem duymazsın. Hem kimseler bilmesin istiyorum hem de tüm cümle alem duysun istiyorum, sana olan aşkımı. Uğruna çelişkiler içinde kaldığım, gamze gamze tebessümlerinde kaybolmak, yanaklarına dokunup, saçlarını okşamak istiyorum. Sevgili, yeniden, baştan yazmak istiyorum kitabımı. Bir önsözle başlamak istiyorum, içinde sen olan. Ve gerisi yalnız Sen ve ben.
Evet, ey Sevgili,
Bazen gizli, kaçamak bir bakışla soruyorum Sana, bana doğruyu söyle, birisi var mı kalbinde? Varsa işte o zaman paslı bir ok gibi yaralarsın yüreğimi. Ama olsun, benim aşklarım hep böyle platonik oldu. Söyleyemedim, nutkum tutuldu, utandım. Bunca tavır, onca sabır ve sonsuz bir kahır. Bununda onlardan bir farkı olmaz, yüreğimde sadece izi kalır. Fakat bu kez direneceğim, gerekirse de savaşacağım.
Ey kaybetme korkusu, kavuşma sevincimden ağır basan Sevgilim,
Ey aşkımın VAV(9) hâli, bir gün bu sevdam için nelerimi verebileceğimin farkına varmanı umarak bitiriyorum mektubumu.

7 Ekim 2011 Cuma

Bir Eleştiri: Kuran Hayatımızın Neresinde?

Din, şüphesiz ki insan hayatında yer edinen en önemli ritüellerdendir. Şöyle ki insan maddi ihtiyaçlarının açlığını gidermenin yanı sıra manen de kendi açlığını gidermek zorundadır. Bu anlamda kişinin manevi ihtiyaçlarını karşılayacak şeyler inançlar içerisinde gizlidir. İnanç, insanın karşısına din kavramını getirir veya çıkarır. Kendine bir dini seçmiş insan, öncelikle seçmiş olduğu dinin gerekliliklerini ve şartlarını öğrenir. Daha sonra ise inancı yolunda dinin getirmiş olduğu bu gereklilikleri yerine getirmeye çalışır. Bunu yerine getirirken muazzam bir huzur, haz, zevk, aşk ve şevk duyar. Tabi ki bu huzur ve haz, şartları yerine getirdiği müddetçe çoğalır. Aksi durumda kişi hayatında boşluğa düşer, inanç boşluğuna. Bu ise insan fıtratına aykırı bir durum teşkil ettiği için kişiyi suç işlemeye, kötülük yapmaya hatta başkalarının ve kendinin hayatına mal olacak intihar ve cinayetlere sebebiyet verir.
Ülkemizin resmi kayıtlara göre %99-98 Müslüman olduğu gözükmektedir. Hatta bu durumumuzla hep övünüp dururuz. Dinimize sahip çıkarız. Kendimize dinimiz sorulduğunda “ Müslüman’ım, Elhamdülillah!” deriz. Şimdi tam da şu sorular aklımıza geliyor. Acaba İslamiyet’in gerekliliklerini yerine getiriyor muyuz? Nedir bu gereklilikler? Nereden öğrenebiliriz? Kaynağı neresi?
İslam kaynağını alemlerin yegane Rabbi olan Allah’tan alır. Allah ise yeryüzüne peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla bunları iletir. İşte bizim dinimizin de kaynağı Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) ve İnsan Kullanım El Kitabı diye sıfatlandırabileceğimiz Kuran-ı Kerim’dir. Bir Müslüman olarak dinimizin emir ve yasaklarını öğrenmek için Kuran-ı Kerim’i ne kadar, nasıl okuduk veya okuyoruz, Peygamberimizin sünnetini ne oranda yaşıyoruz? Geçenlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapmış olduğu bir çalışmada bu durumun hiçte iç açıcı olduğu söylenemez. Karşılaşılan sonuçlar, %99’u Müslüman bir ülkenin kutsal kitabına, ne kadar sadık kaldığını göstermektedir! 22 bin insan üzerinde yapılan araştırmada çıkan sonuçlar Diyanet tarafından hem çok şaşırtıcı hem de çok ürkütücü bulunmuştur. Bu araştırma:
-          Ülkemizde %20 lik bir kesim Kuran- Kerim’i hayatta eline dahi almadığı,
-          % 60’ının Kuran-ı eline aldığı fakat yüzüne okuyamadığı,
-          % 80 lik bir kesimin ise yüzüne okuduğu Kuran-ı Kerim’in manasını bilmediği,
sonuçlarını ortaya çıkarmıştır.
Bunun yanı sıra Kuran’ın Anlamıyla Buluşmak(KAB) Platformu tarafından ANAR araştırma şirketine yaptırılan çalışmada da benzer sonuçların çıktığı gözlemlenmiştir. Bu araştırmada farklı olarak:
-          Evinde Kuran- Kerim olanların oranı %94,
-          Meali bulunanların ise %74,
-          Toplumun çoğunluğunun (%73) Kuran- Kerim’i çocukluk çağında(5-14 yaş) öğrendiği,
-          Kuran-ı Kerimin mealini devamlı okuyanların oranının ise %5 olduğu,
sonuçlarına ulaşılmıştır.
Maalesef insanlarımız bir yandan kendilerinin dindar olduklarını, dinin hayatlarında önemli yer tuttuğunu söylerken, diğer taraftan ibadetleri yerine getirmede, Kuran’ın Arapçasını veyahut mealini okuma konusunda aynı pratiğe sahip olmadıkları gibi Türk insanına özgü bir durum ortaya çıkarmıştır.
Bütün bu belirttiğimiz sonuçların elbette bir çok nedeni vardır. Bunların başında ebeveynin çocuklarının dini eğitimlerini ne kadar da geri plana attığı gösterilebilir. Anne ve babaya bu konuda çok iş düşmektedir. Ebeveyn daha çok bilinçli olmak zorundadır. Çocuklarının gelecekleri olduğu bilincine varmaları gerekmektedir. Yarınlarımızı şekillendirecek olanlar onlardır. Çocuklarının okul derslerine verdikleri önem kadar en azından dini eğitimlerine de, Kuran eğitimine de, ahlaki değerlerinin öğrenimine de önem vermek zorundadırlar. Kendini Müslüman olarak gören veya seçmiş bir toplum bu konuda zayıflık göstermesi düşünülemez. Bunun yanı sıra kendini lâik olarak tanımlayan bir devlet, vatandaşlarının dini eğitimini üzerine almıştır. Oysa yukarda sıraladığımız netice, devletin din eğitiminde ne kadar acziyet gösterdiğinin kanıtı niteliğindedir. Devlet olarak hangi dine müntesip olursa olsun vatandaşının dini eğitimini alacağı denetimini en iyi şekilde yaparak kurumlar açmak veya açtırmak zorundadır. Daha çok İmam Hatipler, Dini Enstitüler, Kuran Kursları, Kuran Enstitüleri vb kurumlar açılmalıdır. Toplum bu konuda teşvik edilmeli hatta bazen zorunlu kılınmalıdır.
Sonuç olarak bu konuda en büyük görev bireyin kendi vicdanına düşmektedir. Maddiyat içerisinde çürümüş bedenler bu dünyadan mahzun bir şekilde ayrılırken manevi gönül erleri görevini ifa etmenin verdiği huzurla dâr-ı bekâya irtihal eylemekteler. Dünyaya geliş gayesini tam anlamıyla idrak edenlere ne mutlu! Vesselam…