Gel, ölüm beni bulmadan.
Köhneleşmiş ve küf kokulu mekânlardan
sesleniyorum sana.
Her sabah aynada aynı
çehreye bakmak gibi yatağımda monoton, yalnız ve bir başınayım.
Bir gölgeden farksız
yürüyorum boş, vurdumduymaz sokaklarda, şehvetkâr gecelerinde yalnızlığımın.
Seni arıyorum her köşe
başında.
Blok blok, parke parke dizilmiş şehrimin o pis havasını soluyan hücrelerimle arıyorum, seni.
Kendi kendimle
cebelleşiyorum, kendi zihnime çekilmeye bahane arıyorum, zaten.
Vakur, dalgın ve mesafeli
bir halle diz çöküyorum, sensizlikle ıslanmış kaldırım taşlarına.
Gel, adını dahi bilmediğim
kadife bakışlı Meryem’im.
Gel, dudaklarımda bûse gibi
yumuşacık hüzün huzmeleri bırakan.
Gel, esrarlı varlık
sahasının bilinmeyeni.
Gel, umuda meyilli gözlerim guruba
kaymış vuslat anını beklemekte.
O kendini sakladığın görünmezlik
zırhını çıkar da gel.
Kimseler bilmese de her gün
için için içim sıkılıyor, yanıyor.
Firârperest ruhum, beden
kafesinden uçmadan, kaçmadan gel.
Dipsiz gökyüzüne doğru
çekilircesine, son bir nefes almadan gel.
Pervazlara konmuş kırık
saksılar şahadet eder, vişneçürüğü koyuluklar içinde seni bekleyişime.
Melankolik zihnimin
kıvrımlarını ümide çevirmek için gel.
Yokluğun öyle acı veriyor ki
bir nefes, sonra bir nefes daha.
Taşkın nehirler gibi soluk
soluğa yaşıyorum.
Gel, nolur her an sessizliğe
daha derin batıyorum.
Gel, nolur sensizliğe daha
bir batıyorum.
Nerdesin, varlığını bildiğim
ama kim olduğunu, nerede olduğunu ve geleceğini bilmediğim?
Yalnızlığıma sitem
ettirmeden gel.
Gel, ölüm beni benden
almadan.
Gel, ölüm beni bulmadan, ne
olur.
Melankoliye panzehir...
YanıtlaSilo kendini biliyor...
YanıtlaSilhayat geçmişe bakmakla geçmez insan önüne bakmalı......
YanıtlaSilmelenkoliye panzehir olan ne söyleyinde başkalarınada ilaç olsun
YanıtlaSilçok mu derbedersiniz? içim sızladı...
YanıtlaSil